Kütüphanemiz

Sitemizde bulunan yayınları online ücretsiz okuyabilirsiniz.

İptal
Filtreler
Göre Sırala

MAKALE DETAY

Mehdiyyet cereyânı nedir?

Mehdiyyet cereyânı nedir?

O gizli zındıka komitesi, Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerinin “Mehdiyyet Cereyânı” hakkındaki ba‘zı cümlelerini fâsid te’vîllerle te’vîl etmektedir. Bu nev‘í cümleleri üç mes’elede ele alıp şerh ve îzáh edeceğiz: 

İHTÁR: Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerinin Âhirzamânda gelecek Mehdî’nin vezáifi hakkındaki cümleleri, gizli bir komite terafından yanlış te’vîl edilmektedir. Müslümânların bu fâsid te’vîllere aldanmamaları için bu Mehdiyyet mes’elesini kaleme aldık. Yoksa, hâşâ bin kere hâşâ, Mehdîliğimizi sarâhaten veyâ işâreten veyâ îmâen ortaya koymak için değildir. Zâten bu şerhimizden anlaşılacağı gibi, bütün da‘vâmız; başta Peygamber (asm) olmak üzere Sahâbe-i Kirâm, evliyâ-i izám ve ulemâ-i İslâmın müjdelediği, maddî cihâdı icrâ edecek, Álem-i İslâmın birliğini te’mîn edecek ve bi’z-zât İslâm Devletinin başına geçip Şerîat-ı Garrâyı hakkıyla tatbîk edecek bir zât-ı nûrânîyi ve onun cemâatini tebşîr etmek, bununla Ümmet-i Muhammediyye (asm)’ın istikbâl ümîdle bakmalarını te’mîn etmektir. 

BİRİNCİ MES’ELE: Âhirzamânda gelecek Büyük Mehdî’nin üç mühim vazífesi vardır: 

Birinci Vazífesi: Îmânı kurtarmaktır. 

İkinci Vazífesi: Şerîatın tatbîk ve icrâsıdır. 

Üçüncü VazífesiHılâfet-i Muhammediyye (asm) ünvânı ile şeáir-i İslâmiyyeyi ihyâ etmek ve Álem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinâd edip Ísevî rûhânîleriyle ittifâk etmek ve Kur’ân’ı bütün dünyâya hâkim kılmaktır. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri bu üç vazífeyi şöyle ifâde etmektedir: 

Ümmetin beklediği, âhirzamânda gelecek zâtın üç vazífesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdârı olan îmân-ı tahkíkíyi neşr ve ehl-i îmânı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyyetli vazífeyi aynen bi-temâmihâ Risâle-i Nûr’da görmüşler... 

O zâtın ikinci vazífesi, şerîatı icrâ ve tatbîk etmektir. Birinci vazífe, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli i‘tikád ve ihlâs ve sadâkatle olduğu hâlde, bu ikinci vazífe, gáyet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyyet lâzım ki, o ikinci vazífe tatbîk edilebilsin. 

O zâtın üçüncü vazífesi, Hılâfet-i İslâmiyyeyi İttihâd-ı İslâma binâ ederek, Ísevî rûhânîleriyle ittifâk edip dîn-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazífe, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedâkârlarla tatbîk edilebilir.{cke_protected_1}[1] 

O gizli zındıka komitesi, Üstâd Bedîuzzamân (ra)’ın Âhirzamân Mehdîsi olduğunu; birinci vazífe olan “îmânı kurtarmak vazífesini” yaptığını; ondan sonra artık Mehdî gelmeyeceğini; dolayısıyla ikinci ve üçüncü vazífeleri, Üstâd Bedîuzzamân’ın başlattığı Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhásın îfâ edeceğini iddiá etmekte ve bu fâsid fikri sinsi bir plânla etrâfa neşretmektedir. 

Evet o gizli komite, Bedîuzzamân (ra)’ın bahsettiği Mehdiyyet cereyânının üç vazífesini şöyle te’vîl ediyor: 

Âhirzamân Mehdîsinin üç vazífesi vardır. Biri îmân, biri şerîat, biri hayâttır. Birinci vazífeyi, Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri yapmıştır. Bedîuzzamân Hazretleri, büyük Mehdî’dir ve ondan sonra Mehdî gelmeyecektir. Diğer iki vazífeyi ise Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhás yapacaktır. Bedîuzzamân, demokrasi ve laikliği takdîr etmiş. Bununla berâber Süfyâniyyetin yaptığı zulümleri ise hóş görmemiş, laikliğin ba‘zı kánûnlarını tasvîb etmemiş, cihâdsız bir siyâseti ve tam ma‘nâsıyla tatbîk edilen bir demokrasiyi arzû etmiştir. Bedîuzzamân, bu isteklerini gerçekleştiremeden vefât etmiştir. Vefâtından sonra ise yeni bir Mehdî gelmeyecek; ancak ikinci ve üçüncü vazífeleri Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhás yapacaktır” diyorlar. 

O gizli komite, böylece Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerini -hâşâ bin kere hâşâ!-“demokrasiyi kabûl eden, laik bir Mehdî” olarak halka telkín ediyor. 

Üstâd Bedîuzzamân (ra)’ın vefâtından sonra Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhásın îfâ edeceği ikinci vazífe husúsunda o gizli komite şöyle diyor: 

İslâmiyyet dîni, temelinden yanlış anlaşılagelmiş; o hâlde İslâmiyyet yeniden yorumlanmalıdır. Hem demokrasi ve laikliğin ba‘zı yanlışları var, Süfyâniyyetin de zulmü mevcûddur. O hâlde demokrasi ve laiklik ta‘dîl edilmeli, Süfyâniyyetin de zulmüne sed çekilmelidir. Bu vazífeyi yapacak ise, Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhásdır. Ya‘nî, bu eşhás, İslâmiyyeti yeniden yorumlamak súretiyle demokrasiye uyduracak; demokrasinin ba‘zı yanlışlarını düzeltmek ve laikliğin ba‘zı maddelerini değiştirmek súretiyle ta‘dîl edecek; Süfyâniyyetin zulmüne son verecek; İslâmiyyetle demokrasiyi mezc etmek súretiyle demokrasiyi tam tatbîk edecek; böylece demokrasiyi aynı İslâmiyyetmiş gibi meşrû‘laştırıp halka kabûl ettirecektir. Bu ise şerîatın bir nev‘í tatbîk ve icrâsıdır. Ne zamân o Mehdiyyet cereyânı, İslâmiyyetin yanlışlarını düzeltip demokrasinin de ba‘zı kánûnlarını ta‘dîl edip meşrû‘laştırdı ise; o zamân Mehdiyyetin ikinci vazífesi îfâ edilmiş demektir. 

Üstâd Bedîuzzamân (ra)’ın vefâtından sonra Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhásın îfâ edeceği üçüncü vazífe husúsunda ise o gizli komite şöyle diyor ve telkín ediyor: 

Üçüncü vazífe; Avrupa Birliği’ne girmekle Hıristiyanlarla birleşmektir. Ne zamân Avrupa Birliği’ne girip, Hıristiyanlarla ittifâk sağlanırsa; o zamân Mehdiyyet cereyânının üçüncü vazífesi îfâ edilmiş demektir. İşte Bedîuzzamân’ın haber verdiği Ísevî rûhânîlerle ittifâkın ve Hazret-i Ísâ (as)’ın nüzûlünün ma‘nâsı budur. Hazret-i Ísâ, cism-i beşerîsiyle nüzûl etmeyecektir. 

Türkiye, Mehdî’nin şahs-ı ma‘nevîsini temsîl ediyor; Amerika ve Avrupa ise Hazret-i Ísâ (as)’ın şahs-ı ma‘nevîsini temsîl ediyor. Mehdiyyet cereyânının ikinci vazífesi olan Álem-i İslâmda, bâ-husús Türkiye’de İslâmiyyeti yeniden yorumlamak ve demokrasiyi ta‘dîl etmek, ya‘nî Avrupa’daki gibi bir demokrasiyi getirmek vazífesini ve Mehdiyyet cereyânının üçüncü vazífesi olan Avrupa Birliğine girip Hıristiyanlarla, bâ-husús Amerika ile ittifâk etmek vazífesini Mehdiyyet cereyânını temsîl eden Türkiye yapıyor. 

O gizli komite, Üstâd Bedîuzzamân’ın bahsettiği Mehdiyyet cereyânının ma‘nâsını ve vazífesini böyle fâsid te’vîllerle te’vîl ediyor ve bununla muharref bir dîni getirmek ve demokrasiyi meşrû‘laştırmak istiyorlar. Hâşâ, eskiden beri İslâmiyyet dîni yanlış anlaşılmış! Üstâdın ve Üstâd’dan sonra Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhásın vazífesi, “dîn-i İslâma yeni bir yorum getirmek ve demokrasiyi meşrû‘laştırmak” fikrini neşrediyorlar. “Mehdiyyet cereyânı ve Hazret-i Ísâ (as)’ın nüzûlü bir esintidir. Üstâdın vefâtından sonra Mehdî ve Ísâ bi’z-zât gelmeyecektir” diyorlar. Bununla, 1400 seneden beri bütün Müslümânların beklediği, maddî cihâdla me’mûr ve Asr-ı Saádette tatbîk edildiği şekliyle Şerîat-ı Garrâ-yı Muhammediyye (asm)’ı tatbîk etmekle mükellef Mehdî-i Âhirzamân hakkındaki umudlarını kırıp, cihâd rûhunu söndürüyorlar. 

O gizli komitenin, Ümmet-i Muhammed (asm)’ın ümîdle beklediği o zât-ı nûrânînin gelmeyeceğini ümmetin nazarına vermesi, iki temel düşünce içindir: 

Birincisi: Asr-ı Saádet’ten bu yana İslâmiyyet dîni yanlış yorumlanmış ve yanlış tatbîk edilmiştir! Bu sebeble İslâm dîninde reform yapmak. 

İkincisi: Demokrasi ve laikliği meşrû‘ gösterip, Müslümânlara bu sistemi kabûl ettirmek! 

Evet, o gizli komite, bu menfûr iki düşüncesiyle ehl-i îmânın bütün umudunu ve bilhassa cihâd rûhunu kırıp demokrasiyi meşrû‘laştırmak; dîn-i İslâm üzerinde de reform adı altında pek çok tahrîf, tebdîl ve tağyîr yapmak istemektedir. Bu sinsi ve bâtıl fikirlerini yerleştirmek için de yaklaşık iki yüz seneden beri Álem-i İslâm içindeki en önemli mevkı‘leri ve eşhásı elde etmişlerdir. Pek çok siyâsîleri ve ulemâ-i sûu elde ederek bu noktada onlara pek çok ta‘vîzler verdirmiş, böylelikle dîn-i İslâm üzerinde sinsi plânlar çevirmişlerdir. Müslümânlar bu konuda son derece müteyakkız olmalı; o zındıka komitesinin düşüncelerine kapılıp aldanmamalıdır. 

Biz de o gizli ecnebî komitenin bu fâsid te’vîllerini reddetmek sadedinde deriz ki: 

Evet, Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri Mehdî’dir ve Mehdiyyet cereyânının birinci vazífesi olan îmânı kurtarmak ve tahkíkí yapmak vazífesini bi-hakkın edâ etmiştir. Ancak, Mehdî-i Âhirzamân değildir. Bi’z-zât kendisi, eserlerinin müteaddid yerlerinde Mehdiyyet cereyânının ikinci ve üçüncü vazífelerini yapacak zâtların geleceğini müjdelemiş; Mehdî-i Âhirzamânın siyâsî, hukúkí ve ictimâí sâhalarda inkılâb yapacağını; ya‘nî Süfyâniyyet rejiminin Álem-i İslâmda ilmî, amelî ve edebî felsefeyi yerleştirmesine mukábil; Hazret-i Mehdî’nin ilmî, amelî ve edebî cihette, ya‘nî maárifte, devlet idâresi ve mahkemelerde ve basın-yayında Hazret-i Peygamber, Sahâbe ve Selef-i Sálihîn’den geldiği aynı şekliyle Kur’ânî düstûrları yerleştireceğini; Hâkim ve Kumândân sıfatıyla Álem-i İslâmın başına geçerek Kur’ân’ı hâkim kılacağını bildirmiştir. Şöyle ki: 

Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şerîat-ı İslâmiyyenin ebediyyetine bir eser-i himâyet olarak, her bir fesâd-ı ümmet zamânında bir muslih veyâ bir müceddid veyâ bir halîfe-i zîşân veyâ bir kutb-i a‘zám veyâ bir mürşid-i ekmel veyâhúd bir nev‘í mehdî hükmünde mübârek zâtları göndermiş, fesâdı izâle edip milleti ıslâh etmiş, dîn-i Ahmedîyi (asm) muhâfaza etmiş. Mâdem ádeti öyle cereyân ediyor. Âhirzamânın en büyük fesâdı zamânında, elbette en büyük bir müctehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-i a‘zám olarak bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır.

Cenâb-ı Hak bir dakíka zarfında beyne’s-semâ ve’l-Arz álemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir sâniyede denizin fırtınalarını teskîn eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümûnesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını îcâd eden Kadîr-i Zü’l-Celâl, Mehdî ile de Álem-i İslâmın zulümâtını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır.[2]

Tâ âhirzamânda, hayâtın geniş dâiresinde, asıl sáhibleri, ya‘nî Mehdî ve şâkirdleri Cenâb-ı Hakk’ın izniyle gelir, o dâireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Elláh’a şükrederiz.[3]

 

Çok zamân evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki; o zât, eski velilerin gaybî işâretlerinden istihrâc etmiş ve kanâatı gelmiş ki: ‘Şark tarafından bir nûr zuhûr edecek, bid‘alar zulümâtını dağıtacak.’ Ben, böyle bir nûrun zuhûruna çok intizár ettim ve ediyorum. Fakat, çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemîn hâzır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nûrânî zâtlara zemîn ihzâr ediyoruz.[4] 

Mehdî-i Âhirzamânla alâkalı mes’eleler Hadîs kitâblarında, selef-i sálihînin eserlerinde, bâ-husús Risâle-i Nûr Külliyyâtında tafsílâtıyla îzáh edilmiştir. Geniş ma‘lûmât için mezkûr kaynaklara mürâcaât edilsin! O hâlde, o gizli komitenin, “Mehdî ve Ísâ (as) gelmeyecek” sözleri, Müslümânların siyâsî, hukúkí ve ictimâí sâhada umutlarını kırıp, şu ândaki mevcûd hâli meşrû‘laştırmak için sinsice bir oyunudur. Buna karşılık Müslümânların o gizli zındıka komitesinin desîselerine kapılmamaları ve gelecek âyetin müjdesiyle istikbâle ümîdle bakmaları gerekir. 

يُريدُونَ اَنْ يُطْفِؤُا نُورَ اللهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى الله اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

Meâli: Yahûdî ve Hıristiyanlar, ahbâr ve ruhbânların idlâllerine kapılarak, ağızlarıyla Elláh’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Elláh ise, kâfirler istemese de nûrunu tamâmlayacaktır.[5] 

Üstâd Bedizzamân Hazretlerinin istihrâcıyla: 

نُورَ اللهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى الله اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ Eğer şeddeli ل lar ve م ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümâtı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdî’nin şâkirdleri olabilir.” {cke_protected_2}[6] 

İHTÁR: Ba‘zı rivâyet-i Hadîsiyyede vardır ki: “Mehdî silâhsız mücâdele verecek.” Bunun ma‘nâsı şudur ki: Resûl-i Ekrem (asm), “Mehdî” ünvânı altında kendisinden sonra gelecek pek çok Mehdî’lerin evsáfını zikretmiştir. Bu “silâhsız” vasfı, Âhirzamânda gelecek büyük ve son Mehdî hakkında değildir. Çünkü, Âhirzamânda gelecek Mehdî, “hâkim ve kumândân” olacaktır. Hâkim ve kumândân ise silâhsız olamaz. Öyle ise, bu hadîs, İmâm Rabbânî, Mevlânâ Hálid-i Bağdadî, Üstâd Bedîuzzamân Saíd Nursî gibi mücâhede-i ma‘neviyyede bulunan zevât-ı áliyye hakkındadır; Âhirzamân Mehdîsi hakkında değildir. Müellif (ra)’ın Âhirzamân Mehdîsi hakkındaki ba‘zı beyânâtını naklediyoruz: 

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın istikbâlden haber verdiği ba‘zı hâdiseler, cüz’î birer hâdise değil; belki tekerrür eden birer hâdise-i külliyyeyi, cüz’î bir súrette haber verir. Hâlbuki, o hâdisenin müteaddid vecihleri var. Her def‘a bir vechini beyân eder. Sonra râvî-i hadîs o vecihleri birleştirir, hılâf-ı vâkı‘ gibi görünür. Meselâ: Hazret-i Mehdî’ye dâir muhtelif rivâyetler var. Tafsílât ve tasvîrât, başka başkadır. Hâlbuki, ‘Yirmi Dördüncü Söz’ün bir dalında isbât edildiği gibi; Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, vahye istinâden, her bir asırda kuvve-i ma‘neviyye-i ehl-i îmânı muhâfaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde ye’se düşmemek için, hem Álem-i İslâmiyyetin bir silsile-i nûrâniyyesi olan Âl-i Beytine ehl-i îmânı ma‘nevî rabtetmek için, Mehdî’yi haber vermiş. Âhirzamânda gelen Mehdî gibi, her bir asır Âl-i Beytten bir nev‘í Mehdî, belki Mehdî’ler bulmuş. Hattâ Âl-i Beytten ma‘dûd olan Abbâsiyye hulefâsından, Büyük Mehdî’nin çok evsáfına câmi’ bir Mehdî bulmuş. 

İşte, Büyük Mehdî’den evvel gelen emsâlleri, nümûneleri olan Hulefâ-yı Mehdiyyîn ve Aktâb-ı Mehdiyyîn evsáfları, asıl Mehdî’nin evsáfına karışmış ve ondan rivâyetler ihtilâfa düşmüş.[7] 

Büyük Mehdî’nin çok vazífeleri var. Ve siyâset áleminde, diyânet áleminde, saltanat áleminde, cihâd álemindeki çok dâirelerde icrâatları olduğu gibi… 

Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler ma‘nevî kumândânları ümmetin başına geçiren ve hakíkat-ı Kur’âniyyenin mayası ile ve îmânın nûruyla ve İslâmiyyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhirzamânda şerîat-ı Muhammediyyeyi ve hakíkat-ı Furkaniyyeyi ve Sünnet-i Ahmediyyeyi (asm) ihyâ ile, i‘lân ile, icrâ ile başkumândânları olan Büyük Mehdî’nin kemâl-i adâletini ve hakkániyyetini dünyâya göstermeleri gáyet ma‘kúl olmakla berâber, gáyet lâzım ve zarûrî ve hayât-ı ictimâıyye-i insâniyyedeki düstûrların muktezásıdır.[8] 

Gerçi her asırda hidâyet edici bir nev‘í Mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat her biri üç vazífelerden birisini bir cihette yapması i‘tibâriyle, âhirzamânın Büyük Mehdî ünvânını almamışlar.[9] 

İKİNCİ MES’ELE: Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri, “Mektûbât” adlı eserinde şöyle buyurmaktadır:

Nifâk perdesi altında, Risâlet-i Ahmediyye (asm)’ı inkâr edecek Süfyân nâmında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifâkın başına geçecek, şerîat-ı İslâmiyyenin tahrîbine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nûrânîsine bağlanan, ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nûrânî, o Süfyân’ın şahs-ı ma‘nevîsi olan cereyân-ı münâfıkáneyi öldürüp dağıtacaktır.[10] 

Hazret-i Mehdî’nin cem‘ıyyet-i nûrâniyyesi, Süfyân komitesinin tahrîbâtçı rejim-i bid‘akârânesini ta‘mîr edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek; ya‘nî Álem-i İslâmiyyette Risâlet-i Ahmediyye (asm)’ı inkâr niyyetiyle Şerîat-ı Ahmediyye (asm)’ı tahrîbe çalışan Süfyân komitesi, Hazret-i Mehdî cem‘ıyyetinin mu‘cizekâr ma‘nevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.” (Ya‘nî, Süfyân, eceliyle ölecek. Hazret-i Mehdî onun cem‘ıyyetini kırıp dağıtacaktır.)[11]

O gizli zındıka komitesi, Bedîuzzamân Hazretlerinin yukarıdaki cümlelerini fâsid te’vîllerle te’vîl ederek, “İslâm dîninin 1400 seneden beri yanlış anlaşılıp yanlış uygulandığını; bugünkü demokrasinin de tam uygulanmadığını; Mehdiyyet cereyânının ikinci vazífesini yapacak eşhásın ise İslâmiyyeti yeniden yorumlayacağını; demokrasi ve laikliğin yanlış uygulamalarını kaldıracağını; İslâmiyyetle demokrasiyi barıştıracağını; böylece demokrasiyi meşrû‘laştırıp tam ma‘nâsıyla tatbîk edeceğini” söylemektedir. Hâşâ yüz bin def‘a hâşâ! Bedîuzzamân Hazretlerinin mezkûr cümlelerinden murâdı bu değildir; o zât-ı muhterem, böyle bir iftirâdan berîdir. Belki, Bedîuzzamân Hazretlerinin bu cümlelerinden murâdı şudur ki: 

Süfyâniyyet devresinde Şerîat-ı İslâmiyye husúsunda üç büyük noktada tahrîbât meydâna gelmiştir: 

Birisi, belki en birincisi: Devlet idâresinden ve mahkemelerden ahkâm-ı İlâhiyyenin kaldırılmasıdır. 

İkincisi: Maárifin Kur’ân ve Hadîs’ten tecerrüd ettirilmesidir. 

Üçüncüsü: Medyanın ölçüsüz, keyfemâyeşâ hareketidir. Ya‘nî, İslâmiyyete muhálif sözlerin neşredilmesiyle, fotoğraflarla, kadınlarla, şarkı ve türkülerle ölçüsüz bir şekilde faáliyyet göstermesidir.

Âhirzamânda “Muhammed Mehdî” nâmında bir zât-ı nûrânî gelecek; “Hâkim” ve “Kumândân” ünvânıyla bu üç büyük tahrîbâtı ta‘mîr edecek. Ya‘nî, İslâm dîni, Resûl-i Ekrem (asm) Efendimize nasıl gelmişse ve Asr-ı Saádette nasıl tatbîk edilmişse, aslına muvâfık bir tarzda bu dîni ikáme edecektir. O zât, dîn-i İslâma muhálif yeni bir îcâdda bulunmayacak, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâatin inancı çerçevesinde İslâm birliğini sağlayacaktır. Çünkü: 

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm fermân etmiş: 

 كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِYa‘nî,

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دينَكُمْ sırrı ile: Kavâid-i Şerîat-ı Garrâ ve desâtîr-i Sünnet-i Seniyye tamâm ve kemâlini bulduktan sonra, yeni îcâdlarla o düstûrları beğenmemek veyâhúd, hâşâ ve kellâ, nâkıs görmek hissini veren bid‘aları îcâd etmek, dalâlettir, ateştir.[12] 

Mezkûr âyet ve hadîsin ifâdesiyle, dîn-i mübîn-i İslâm kemâlini bulduğundan, elbette Âhirzamânda gelecek o zât-ı nûrânî yeni bir cadde açmayacak; bütün gücüyle mahkemelerde ahkâm-ı İlâhiyyeyi, maárifte Kitâb ve Sünneti, medyada esâsât-ı dîniyyeyi hâkim kılacaktır. 

Kısaca: Süfyâniyyet rejiminin Álem-i İslâm’da ilmî, amelî ve edebî felsefeyi yerleştirmesine mukábil; Hazret-i Mehdî ilmî, amelî ve edebî cihette; ya‘nî maárifte, devlet idâresi ve mahkemelerde ve basın-yayında Kur’ânî düstûrları yerleştirecektir. Demek, mezkûr vezáifi yapacak olan, “cereyân” değil; “şahıs”tır. 

Büyük Mehdî’nin siyâsî, hukúkí ve ictimâí sahalarda yapacağı ta‘mîrâtı şu gelecek temsîl ile daha rahat anlayabiliriz: İslâmiyyet bir saray gibidir. Bu sarayın en mükemmel temelini Hátemü’l-Enbiyâ olan Resûl-i Ekrem (asm) atmıştır. Süfyâniyyet ve Deccâliyyet devirlerinde o sarayda ba‘zı tahrîbâtlar meydâna gelmiştir. Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimlerinin îmânî, siyâsî, hukúkí ve ictimâí sahalarda yaptığı tahrîbâtı, Mehdî-i Âhirzamân, sünnet-i seniyyenin ihyâsıyla ta‘mîr edecektir. Nitekim, müellif (ra) bu hakíkati şöyle ifâde ediyor: 

Hazret-i Mehdî’nin cem‘ıyyet-i nûrâniyyesi, Süfyân komitesinin tahrîbâtçı rejim-i bid‘akârânesini ta‘mîr edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek. 

Demek, Âhirzamân Mehdîsi, Hazret-i Peygamber (asm)’ın akvâl, ef‘ál ve etvârından çıkan İslâmiyyet sarayını yeniden kurmayacak. Zîrâ, o sarayı kuran, Hazret-i Peygamber (asm)’dır. O sarayın bekásı da ancak sünnet-i seniyyenin ihyâsıyla káimdir. Peygamber (asm)’dan sonra müctehidîn-i izâm, ulemâ-i İslâm ve evliyâ-i kirâm, o sarayın devâm ve bekásı için çalışmışlardır. Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimleri ise, o İslâmiyyet sarayını tahrîb etmek için her türlü plânı tatbîk etmişlerdir. Mehdî-i Ahirzamân geldiğinde, o sarayı yeniden binâ etmiyor. Çünkü, o sarayın temelleri mevcûddur. Ancak, zamânla Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimleri tarafından ba‘zı tahrîbâta ma‘rûz kalmıştır. Mehdî-i Ahirzamân, Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimlerinin o İslâm sarayında yaptıkları bu tahrîbâtı, Peygamber (asm), sahâbe-i kirâm ve müctehidîn-i izâmdan geldiği aynı tarzda ta‘mîr edecektir. Bu ise, ancak maddî kuvvetle olabilir. Nitekim, bunun böyle olacağını Bedîuzzamân Hazretleri şu cümlesiyle ifâde ediyor: 

Bu ikinci vazífe, gáyet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyyet lâzım ki, o ikinci vazífe tatbîk edilebilsin.{cke_protected_3}[13] 

Hâlbuki, Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri “maddî cihâd” vazífesinin kendilerine áid olmadığını; belki vazífelerinin îmânı kurtarmak ve tahkíkí yapmak olduğunu şu cümleleriyle tasrîh etmektedir: 

Maddî cihâdın muktezásı ise, o vazífe şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfîrin veyâ mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat, iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nûra kâfî gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.[14] 

Üstâd Bedîuzzamân Hazretlerinin bu cümlelerinden sarâhaten anlaşılıyor ki; ileride “maddî cihâd” vazífesini derûhde edecek bir cemâat-i nûrâniyye gelecek ve o cemâatin başında da bir zât-ı nûrânî bulunacaktır. 

Hâşâ bin kere hâşâ! “Süfyâniyyet devresinde ba‘zı zulümler vücûda gelmiş, demokrasi tam tatbîk edilmemiş ve kemâline ermemiş; o zât yeni bir İslâmiyyet getirecek, demokrasiyi kemâline kavuşturmak súretiyle ta‘mîr edecek; İslâm’la demokrasiyi barıştıracak ve silâhsız mücâdele ile barışı te’mîn edecektir” ma‘nâsındaki düşünceler fâsid ve bâtıldır. Bu fâsid ve bâtıl ma‘nâyı vermek, ancak o gizli zındıka komitesinin işi olabilir. Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri böyle bir iftirâdan berîdir. 

* Acabâ 1400 seneden beri başta Resûl-i Ekrem (asm) olmak üzere Sahâbe-i Kirâm, müctehidîn-i izám, ulemâ-i İslâm ve evliyâ-i kirâmın tebşîr ettiği ve bu tebşîrâta binâen Ümmet-i Muhammediyye (asm)’ın umutla beklediği Mehdî-i Âhirzamânı -hâşâ bin kere hâşâ!- zinâ, livâtâ, faiz gibi kebâiri resmîleştirip serbest bırakan bir sistem şeklinde te’vîl etmek ve bu sisteme Mehdiyyet cereyânı nâmını vermek ve menba-ı hidâyet olan o cereyânın menba-ı sefâhet ve rezâletten ibâret olduğunu göstermek gibi bir safsatayı hîç bir akl-ı selîm sáhibi kabûl edebilir mi? Her bir mü’mine lâzımdır ki, şöyle desin:

مَا يَكُونُ لَنَا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهذَا سُبْحَانَكَ هذَا بُهْتَانٌ عَظيمٌ

Meâli: Bizim için, söylenen şu sözü ve bunun emsâlini söylemek sahîh olmaz. Ne acâib ve garâibe tesádüf ediyoruz. Yâ Rabbî! Seni nekáisten tenzîh ederiz ki, şu söylenen söz, vâkıın hılâfı büyük bir bühtân ve iftirâdır.[15] 

ÜÇÜNCÜ MES’ELE: O gizli zındıka komitesinin te’vîlât-ı fâside ile te’vîl ettikleri Üstâd Bedîuzzamân’ın aynı ma‘nâdaki bir cümlesi de budur: 

İnkılâbât-ı zamâniyye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyyenin zedelenmesiyle ve şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnları bir derece ta‘tíle uğramasıyla o zât, bütün ehl-i îmânın ma‘nevî yardımlarıyla ve ittihâd-ı İslâmın muávenetiyle ve bütün ulemâ ve evliyânın ve bilhassa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedâkâr seyyidlerin iltihâklarıyla o vazífe-i uzmâyı yapmaya çalışır.[16] 

Mehdî-i Resûl’ün [Resûl-i Ekrem (asm)’ın haber verdiği Mehdî’nin] temsîl ettiği kudsî cemâatin şahs-ı ma‘nevîsinin üç vazífesi olduğu, bunların; îmânı kurtarmak, hılâfet-i Muhammediyye (asm) ünvânıyla şeáir-i İslâmiyyeyi ihyâ etmek ve inkılâbât-ı zamâniyye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyyenin ve Şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnlarının bir derece ta‘tíle uğramasıyla o zât bu vazífe-i uzmâyı yapmağa çalışır.[17] 

O gizli zındıka komitesi tarafından Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretlerinin bu cümlesine -hâşâ sümme hâşâ!- “İslâmiyyet, 1400 seneden beri anlaşılmamış ve bu husústa en büyük hatá Müslümânlardan kaynaklanmış; Mehdiyyet cereyânını temsîl eden eşhás, ikinci vazífesiyle, 1400 seneden beri gelen yanlış anlamaları ve yanlış uygulamaları düzeltecek; İslâmiyyete yeni bir yorum getirecek, demokrasiyi meşrû‘laştıracaktır. Üçüncü vazífesiyle de, Müslümânlarla Hıristiyanları birleştirecektir. Böylece o eşhás, Mehdiyyet cereyânının ikinci ve üçüncü vazífelerini îfâ etmiş olacaktır” tarzında bâtıl bir ma‘nâ verilmektedir.           

Hâşâ, bin def‘a hâşâ! Müellif (ra)’ın murâdı bu değildir. Belki, müellif (ra)’ın, “İnkılâbât-ı zamâniyye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyyenin zedelenmesiyle ve şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnları bir derece ta‘tíle uğramasıyla” cümlesinden murâdı, o gizli komitenin anladığı ma‘nânın tam tersi olan; Süfyâniyyet ve Deccâliyyet devresinde devlet idâresi, mahkeme, maárif ve basın-yayının Kur’ân ve Hadîsden tecerrüd ettirilmiş olmasıdır. Hazret-i Mehdî, inkılâbât-ı zamâniyye ile Süfyâniyyet ve Deccâliyyet rejimleriyle zedelenen ahkâm-ı Kur’âniyyeyi ve ta‘tíle uğrayan Şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnlarını sünnet-i seniyyenin ihyâsıyla ta‘mîr edecek; devlet idâresi, mahkeme, maárif ve basın yayında Kur’ân ve Hadîsi hâkim kılacaktır. 

İşte, Müellif (ra)’ın, “İnkılâbât-ı zamâniyye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyyenin zedelenmesiyle ve şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnları bir derece ta‘tíle uğramasıyla o zât, bütün ehl-i îmânın ma‘nevî yardımlarıyla ve ittihâd-ı İslâmın muávenetiyle ve bütün ulemâ ve evliyânın ve bilhassa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedâkâr seyyidlerin iltihâklarıyla o vazífe-i uzmâyı yapmağa çalışır” cümlesinden murâdı budur. Yoksa, -hâşâ bin kere hâşâ!- “Başta Sahâbe-i Kirâm olmak üzere müctehidîn-i izám İslâmiyyeti anlamamışlar ve yanlış uygulamışlar; böylece ahkâm-ı Kur’âniyyeyi zedelemişler ve Şerîat-ı Muhammediyye (asm)’ın kánûnlarını ta‘tíle uğratmışlar! Ümmet-i Muhammed (asm) da 1400 seneden beri yanlış bir caddede gitmiş! Hazret-i Mehdî ise onların o yanlışlarını düzeltip İslâma yeni bir yorum getirecek; Süfyâniyyetin zulümlerini ber-taraf ederek demokrasiyi ta‘mîr edip meşrû‘laştıracak! Böylece yeniden yorumladığı İslâmla demokrasiyi mezc etmek súretiyle Müslümânlarla Hıristiyanları birleştirip herkese hakkını verecek” demek değildir. 

 İHTÁR: O gizli komitenin yanlış ma‘nâ verdiği Üstâd Bedîuzzamân (ra)’a áid cümlelerinden biri de şudur ki: 

اِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِدَوْلَةٍ اَوْرُوبَائِيَّةٍ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَ اْلاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا

Osmânlı hükûmeti, Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyyete hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak.[18]

Üstâd Hazretlerinin “Osmânlı hükûmetinin Avrupa ile hâmîle olması” ta‘bîrinden murâdı; “Âlem-i İslâm’da ahkâm-ı İlâhiyyenin yerine Avrupa kánûnlarının devlet idâresi, mahkeme, maárif ve basın-yayında hâkim olması”dır. “Avrupa’nın İslâmiyyetle hâmîle olması”ndan murâdı ise; “ileride Hazret-i Mehdî’nin maddî kuvvet ve hâkimiyyetini ve Hazret-i Ísâ (as)’ın saltanatını gören pek çok Hıristiyanların bu maddî güç ve saltanat karşısında İslâmiyyeti kabûl etmeleri”dir. 

(Kaynak: Reddu’l-Evham, s. 319-330)


[1] Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s. 9.

[2] Mektûbât, 29. Mektûb, 7. Kısım, s. 439.

[3] Kastamonu Lâhikası, s. 107.

[4] Mektûbât, 28. Mektûb, 7. Risâle Olan 7. Mes’ele, s. 394.

[5] Tevbe Sûresi, 32.

[6] Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 1. Şuá‘, 28. Âyet, s. 90; Şuá‘lar, 1. Şuá‘, 28. Âyet, s. 720.

[7] Mektûbât, 19. Mektûb, 4. Nükteli İşâret, 4. Esâs, s. 95.

[8] Şuá‘lar, 5. Şuá‘, 5. Şuá‘’nın 2. Makàmı ve Mes’eleleri, 19. Mes’ele, s. 590.

[9] Emirdağ Lâhikası, c. 1, s. 265.

[10] Mektûbât, 15. Mektûb, 4. Suâlinizin Meâli, s. 59.

[11] Mektûbât, 29. Mektûb, 7. Kısım, 2. Suâl, 2. İşâret, s. 473.

[12] Lem‘alar, 11. Lem‘a, 6. Nükte, s. 48.

[13] Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s. 9.

[14] Lem‘alar,16. Lem‘a, s. 99.

[15] Nûr Sûresi, 24:16.

[16] Emirdağ Lâhikası, c. 1, s. 265.

[17] Şuá‘lar, 14. Şuá‘, s. 442.

[18] Emirdağ Lâhikası, c. 2, s. 112.

Kütüphanemiz

Sitemizde bulunan yayınları online ücretsiz okuyabilirsiniz.

KİTAP DUYURULARI

Beklenen kitap Besmele çıktı!

Beklenen kitap Besmele çıktı!

Birinci Söz'ün şerh ve izahı Besmele nasıl bir hazinedir?Bütün Kur'an'ı nasıl içinde tutar?

Camiye, kurs binasına zekât mı?

Camiye, kurs binasına zekât mı?

Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin, yüz yılı aşkın bir zaman önce “Münâzarât” isimli eserinde, öne ...

Kur’ân’la aramıza perde girmiş!

Kur’ân’la aramıza perde girmiş!

“İşârâtü’l-İ‘câz” adlı eserinde Bakara Sûresi’nin 27. âyetini tefsîr eden Bediüzzaman Saîd Nursî Haz ...

;