Kütüphanemiz

Sitemizde bulunan yayınları online ücretsiz okuyabilirsiniz.

İptal
Filtreler
Göre Sırala

MAKALE DETAY

‘Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl kabûl edilir’ ne demektir?

‘Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl kabûl edilir’ ne demektir?

O gizli zındıka komitesinin Üstâd Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretlerinin te’vîlât-ı fâside ile te’vîl ettikleri “Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl kabûl edilir[1] cümlesinin îzáhı hakkındadır:

Evvelâ: Üstâd Bedîuzzamân (ra)’ın bu cümlesinde geçen “şerr-i kalîl”den maksad, şerîat-ı teklîfiyyenin harâm ettiği “şer”ler, ya‘nî “günâhlar” değildir; belki şerîat-ı tekvîniyyedeki “belâ, musíbet, meşakkat, maddî zarar”dır. Bedîuzzamân (ra) bu cümlesiyle,  -hâşâ- “Büyük hayırları elde etmek için küçük şerler, ya‘nî günâhlar işlenebilir” demek istememiştir. Zîrâ, bu durumda herkese günâh kapısı açılır ve netîcede dîn ortadan kalkar. O gizli zındıka komitesi, Üstâd Bedîuzzamân (ra)’ın bu sözünü şöyle bir misâl vermek súretiyle fâsid bir te’vîle girişiyorlar: 

Meselâ, “Dîne hizmet için 250 gram hayır var, 50 gram da şer var. O 250 gram hayrı elde etmek için 50 gram şerri işlemek lâzımdır. Zîrâ, o 50 gram şer işlenilmezse, 250 gram hayr elden gidecektir. Öyle ise, ister istemez o şerri işlemek lâzım gelir” diyorlar. Bu düşünceye sáhib olanlara soruyoruz: 

Acabâ, hayra giden yol şerden mi geçer ki, 250 gram hayrı elde etmek için, 50 gram şerri işleyelim? 

Hâşâ! Dîne hizmet nâmı altında hîç bir şer ve günâh işlenemez! Belki dîne hizmet, günâhların önünü kesmek ve Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ etmekle olur. Çünkü, günâhlar,   gazab-ı İlâhî’yi celb eder. Ancak cebr ve ikrâh ile işlenmeye zorlanan günâhlar müstesnâdır. “İkrâh” ise şerîatta “ölüm, şiddetli darb veyâ bir uzvun kesilmesi” gibi hâllerdir. 

Risâle-i Nûr talebelerinin asıl vazífesi, takvâyı esâs tutarak rızá-yı İlâhî’yi kazanmak súretiyle gazab-ı İlâhî’den mahfûz kalmaktır. Hattâ, Bedîuzzamân (ra), ruhsatlarla bile amel edilmeyeceğini, Risâle-i Nûr’un mesleğinin ruhsatlarla değil azîmetle amel etmek olduğunu beyân etmiştir. İşte Bedîuzzamân (ra), her zamân, husúsan bu zamânda takvânın üssü’l-esâs olduğunu eserlerinin müteaddid yerlerinde beyân etmiştir. Nümûne olarak bir kaç cümlesini zikrediyoruz: 

Bugünlerde Kur’ân-ı Hakîm’in nazarında îmândan sonra en ziyâde esâs tutulan takvâ ve amel-i sálih esâslarını düşündüm. Takvâ, menhiyyâttan ve günâhlardan ictinâb etmek; ve amel-i sálih, emir dâiresinde hareket ve hayrât kazanmaktır. Her zamân def‘-ı şer, celb-i nef‘a râcih olmakla berâber; bu tahrîbât ve sefâhet ve câzibedâr hevesât zamânında bu takvâ olan def‘-ı mefâsid ve terk-i kebâir üssü’l-esâs olup, büyük bir rüchâniyyet kesbetmiş.   

Bu zamânda tahrîbât ve menfî cereyân dehşetlendiği için, takvâ bu tahrîbâta karşı en büyük esâstır. Farzlarını yapan, kebîreleri işlemeyen kurtulur.{cke_protected_1}[2] 

Risâle-i Nûr şâkirdlerinin bu zamânda en mühim vazífeleri, tahrîbâta ve günâhlara karşı takvâyı esâs tutup davranmak gerektir.{cke_protected_2}[3] 

Sâniyen: Bu kánûn, şerîat-ı tekvîniyyeye áid bir kánûndur; şerîat-ı teklîfiyyeye áid bir kánûn değildir. Ya‘nî, kudret-i İlâhiyye, ba‘zan aklın záhirine münâsib gelmeyen ba‘zı şerleri, kader noktasında halk ve îcâd ediyor. Hâlbuki, o şerlerin altında küllî maslahat ve hayr-ı kesîr mevcûddur. Meselâ: Yağmurun yağmasında yağmurun katreleri adedince hayır ve rahmetler mevcûddur. Bununla berâber ba‘zı insânlar tedbîrsizliklerinden dolayı yağmurdan zarar görseler, “Bu yağmur şerdir” diyemezler. Eğer o insânlar zarar görmesin diye yağmur yağmazsa, o zamân şerr-i kesîr vücûda gelir. 

Sâlisen: Ne kadar evâmir-i Kur’âniyye varsa, o evâmire imtisâl husúsunda çekilen sıkıntı, zahmet ve meşakkatler şerr-i kalîl hükmündedir. Bu husústaki “şer” de, yine şerîat-ı tekvîniyyece kabûl edilen şerdir. O evâmire imtisâlin netîcesi olan rızá-yı Hak ve Cennet ise hayr-ı kesîr hükmündedir. Meselâ: Namâz kılmakta záhiren nefse ve bedene bir zahmet ve meşakkat vardır; fakat hayr-ı kesîr olan Cennet ve rızá-yı İlâhî gibi álî netîceler için, o zahmet ve meşakkat mesâbesinde olan şerr-i kalîl işlenir. 

Hem meselâ: “Cihâd” emri için orduyu sevk etmekte ve düşmânla çarpışmakta nefis, beden ve mal için ba‘zı meşakkat, zahmet ve musíbetler olabilir. Fakat, bütün bunlara karşılık bu savaşta mü’min, eğer öldürülürse şehîdlik rütbesini; eğer sağ kalırsa gázîlik makámını elde eder. Aynı zamânda Müslümânların dîni, vatanı ve nâmûsu da küffârın istîlâsından kurtulmuş olur. İşte bu maddî ve ma‘nevî hayr-ı kesîr için, şerr-i kalîl mesâbesinde olan mezkûr meşakkat, zahmet ve musíbetlere katlanılır, ya‘nî o şerr-i kalîl işlenir. O hâlde buradaki “şer”den maksad, “meşakkat, sıkıntı, musíbet ve zarar”dır; yoksa “günâhlar” ma‘nâsındaki şerler değildir. 

Hulâsa: Bütün ibâdetlerde záhiren ba‘zı meşakkatler bulunabilir. Fakat, “şer” hükmünde olan bu meşakkatlerin arkasında “hayr-ı kesîr” olan rızá-yı İlâhî ve Cennet mevcûddur. Elláh’ın rızásına ve ebedî Cennet’e nâil olmak için bu şerr-i kalîl olan meşakkatlere katlanmak gerekir. İşte Bedîuzzamân (ra)’ın “Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl kabûl edilir” cümlesinden bir murâdı da, zikrettiğimiz ma‘nâdaki “şerr-i kalîl”dir. 

Râbian: Risâle-i Nûr’da geçen ba‘zı mücmel cümleleri, Risâle-i Nûr’da geçen mufassal cümlelerle îzáh etmek gerekir. Bu düstûra binâen, Bedîuzzamân (ra)’ın bu cümlesini îzáh eden Risâle-i Nûr’daki ba‘zı ifâdelerini aynen naklediyoruz: 

Hâşâ!.. Halk-ı şer, şer değil; belki kesb-i şer, şerdir. Çünkü, halk ve îcâd, bütün netâice bakar; kesb, husúsí bir mübâşeret olduğu için, husúsí netâice bakar. Meselâ: 

Yağmurun gelmesinin binlerle netîceleri var, bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyârıyla ba‘zıları yağmurdan zarar görse, ‘Yağmurun îcâdı rahmet değildir’ diyemez; ‘Yağmurun halkı şerdir’ diye hükmedemez. Belki, sû-i ihtiyârıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. 

Hem ateşin halkında çok fâideler var; bütünü de hayırdır. Fakat, ba‘zıları sû-i kesbiyle, sû-i isti‘mâliyle ateşten zarar görse, ‘Ateşin halkı şerdir’ diyemez. Çünkü, ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış; belki o, kendi sû-i ihtiyârıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşmân etti. 

Elhâsıl: Hayr-ı kesîr için, şerr-i kalîl kabûl edilir. Eğer şerr-i kalîl olmamak için, hayr-ı kesîri intâc eden bir şer terk edilse; o vakit şerr-i kesîr irtikâb edilmiş olur. 

Meselâ: Cihâda asker sevk etmekte elbette ba‘zı cüz’î ve maddî ve bedenî  zarar ve şer olur. Fakat, o cihâdda hayr-ı kesîr var ki, İslâm küffârın istîlâsından kurtulur. Eğer o şerr-i kalîl için cihâd terk edilse, o vakit hayr-ı kesîr gittikten sonra şerr-i kesîr gelir. O ayn-ı zulümdür. 

Hem meselâ: Gangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; hâlbuki záhiren bir şerdir. Parmak kesilmezse, el kesilir; şerr-i kesîr olur. 

İşte kâinâttaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytánların ve muzırların halk ve îcâdları, şer ve çirkin değildir; Çünkü, çok netâic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Meselâ: Melâikelere şeytánlar musallat olmadıkları için, terakkıyâtları yoktur; makámları sâbittir, tebeddül etmez. Kezâ, hayvânâtın dahi, şeytánlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sâbittir, nâkıstır. Álem-i insâniyyette ise merâtib-i terakkıyyât ve tedenniyyât nihâyetsizdir. Nemrûd’lardan, fir‘avnlardan tut, tâ sıddîkín-i evliyâ ve enbiyâya kadar gáyet uzun bir mesâfe-i terakkí var. 

İşte, kömür gibi olan ervâh-ı sâfileyi, elmas gibi olan ervâh-ı áliyyeden temyîz ve tefrîk için, şeytánların hılkatıyla ve sırr-ı teklîf ve ba‘s-i enbiyâ ile, bir meydân-ı imtihân ve tecrübe ve cihâd ve müsâbaka açılmış. Eğer mücâhede ve müsâbaka olmasaydı, ma‘den-i insâniyyetteki elmas ve kömür hükmünde olan isti‘dâdlar, berâber kalacaktı. A‘lâ-yı İlliyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddîk’ın rûhu, esfel-i sâfilîndeki Ebu Cehl’in rûhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek, şeyâtín ve şerlerin yaratılması büyük ve küllî netîceye baktığı için îcâdları şer değil, çirkin değil; belki sû-i isti‘mâlâttan ve kesb denilen mübâşeret-i husúsıyyeden gelen şerler, çirkinlikler kesb-i insâna áiddir; îcâd-ı İlâhîye áid değildir.{cke_protected_3}[4] 

Demek, kudret-i ezeliyye, tekvînî şerîatın gereği olarak küllî maslahat ve hayr-ı kesîr için şerr-i kalîli, ya‘nî meşakkat, zahmet ve musíbetleri halk eder. Ya‘nî, buradaki “şer”den maksad “meşakkat, sıkıntı, musíbet ve zarar”dır.

Hulâsa: Üstâd Bedîuzzamân Saíd Nursî Hazretlerinin “Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl kabûl edilir” cümlesinde geçen “şer” kelimesinden murâd; “şerîat-ı teklîfiyye”ce harâm kılınan “günâhlar” değil; belki “şerîat-ı tekvîniyye”ce kabûl edilen “belâ, musíbet, maddî zarar ve meşakkatler”dir. Buna göre; dîne hizmet adı altında aslâ günâhları işlememek; belki takvâ ile dîne hizmet edilmesi gerektiğini bilmek ve bu husúsda takvâyı üssü’l-esâs yapmak; Risâle-i Nûr mesleğinin de esâs-ı takvâ olduğunu iz‘án etmek; bu ma‘nâların dışında kalan düşüncelerin ise fâsid ve bâtıl olduğunu, dolayısıyla böyle fâsid ve bâtıl te’vîllere i‘tibâr etmemek lâzım geldiğini bilmek ve iz‘án etmek gerektir. 

(Kaynak: Reddü’l-Evhâm, s. 399-403)


[1] Mektûbât, 12. Mektûb, 2. Suâliniz, s. 43.

[2] Kastamonu Lâhikası, s. 159.

[3] Kastamonu Lâhikası, s. 160.

[4] Mektûbât, 12. Mektûb, İkinci Suâliniz, s. 43-44.

Kütüphanemiz

Sitemizde bulunan yayınları online ücretsiz okuyabilirsiniz.

KİTAP DUYURULARI

Beklenen kitap Besmele çıktı!

Beklenen kitap Besmele çıktı!

Birinci Söz'ün şerh ve izahı Besmele nasıl bir hazinedir?Bütün Kur'an'ı nasıl içinde tutar?

Camiye, kurs binasına zekât mı?

Camiye, kurs binasına zekât mı?

Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin, yüz yılı aşkın bir zaman önce “Münâzarât” isimli eserinde, öne ...

Kur’ân’la aramıza perde girmiş!

Kur’ân’la aramıza perde girmiş!

“İşârâtü’l-İ‘câz” adlı eserinde Bakara Sûresi’nin 27. âyetini tefsîr eden Bediüzzaman Saîd Nursî Haz ...

;