Kütüphanemiz

Sitemizde bulunan yayınları online ücretsiz okuyabilirsiniz.

İptal
Filtreler
Göre Sırala

MAKALE DETAY

Hak nedir? Nazar-ı İlâhîde mânâsı nasıldır?

Hak nedir? Nazar-ı İlâhîde mânâsı nasıldır?

Bedîuzzamân Saíd Nursî (ra) Hazretlerinin “Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtál edilmez. Bir cemâatin selâmeti için, bir ferdin rızásı bulunmadan, hayâtı ve hakkı fedâ edilmez. Hamiyyet nâmına, rızásıyla olsa, o başka mes’eledir.[1] “Hem bir ma‘súm, rızásı olmadan, bütün insâna da fedâ edilmez -kendi ihtiyârıyla, kendi rızásıyla kendini fedâ etse, o fedâkârlık bir şehâdettir ki, o başka mes’eledir[2] cümlelerinin şerh ve îzáhı hakkındadır.

Üstâd Bedîuzzamân, şu cümlelerinde Kur’ân’ın bir kánûn-i esâsîsi olan adâlet-i mahzáyı beyân ediyor. Bu kánûn-i adâlete göre; cem‘ıyyetin selâmeti için ferdler fedâ edilmez ve bir ma‘súmun hakkı, bütün insânlar için dahi fedâ edilmez. Fakat, Üstâd Hazretleri, bu cümlelerinde bir kayıt ve bir istisnâ yapmıştır ki, o da şudur:

Hamiyyet nâmına, rızásıyla olsa, o başka mes’eledir.[3]

Kendi ihtiyârıyla, kendi rızásıyla kendini fedâ etse, o fedâkârlık bir şehâdettir ki, o başka mes’eledir.[4]

Evet, bir ferd, hamiyyet-i İslâmiyye için kendi rızásıyla kendini fedâ etse, o bir nev‘í şehâdettir. Belki, şehâdetin en yüksek mertebesidir.

Evet, şu kayıd ve istisnâ, şerîatın gáyet ince bir düstûruna işâret etmektedir. O da şudur ki; şerîat-ı İslâmiyyeye göre bir kimsenin intihâr etmesi ve bilerek kendi eliyle kendisini tehlikeye atması harâmdır. Fakat, i‘lâ-yi kelimetulláh için ve Kur’ân’ın hâkimiyyeti ve ümmet-i Muhammediyyenin menfaati için nefsini bezledip fedâ etmesi başka bir mes’eledir ve bu, dînimizce intihâr sayılmamaktadır. Belki, bu, bir nev‘í şehâdettir ve şehâdetin en yüksek derecesidir.

Üstâd’ın mezkûr cümlelerinde işâret ettiği şu mes’eleyi, fukahâ-yı İslâm, harbde bir kişinin tek başına düşmân safına hücûm etmesi bahsinde şöyle îzáh etmişlerdir:

Fukahâ, Müslümân bir kişinin, öldürüleceğini kesin bildiği hâlde düşmân ordusunun üstüne tek başına hücûm etmesinin cevâzı hakkında ihtilâf ettiler:

MâlikîlerMüslümân bir kişinin, kalabalık bir küffâr topluluğu üzerine gitmesinin, eğer maksadı i‘lâ-yi kelimetulláh ise ve o Müslümânda bir kuvvet varsa ve küffâra te’sîr edeceğini zan ediyorsa, velev nefsinin helâk olup gideceğini bilse dahi câiz olduğuna zehâb etmişlerdir. Bu durumda bu hareket, bir intihâr olarak kabûl edilmez. Hem denildi ki, o kişi eğer şehâdeti taleb ederse ve niyyeti de hális ise hücûm etsin. Çünkü, onun maksúdu düşmânlardan birisidir. Bu husús, Elláhu Teálâ’nın şu kavlinde beyân edilmiştir:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ى نَفْسَهُ ابْتِغَآءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ

Ya‘nî : ‘İnsânlardan ba‘zıları vardır ki, Elláhu Teálâ’nın rızásını taleb için nefsini satar, (kendisini fedâ eder).’[5]

Ba‘zıları ise bunun cevâzını şununla kayıtladılar ki; o kişi, üzerine hamle yaptığı kâfiri öldüreceğini ve kurtulabileceğini gálib bir zan ile bilmelidir. Kezâlik, o kişi öldürüleceğini, fakat düşmâna bir zarar veyâ bir belâ vereceğini veyâhúd Müslümânların faydalanacağı bir te’sîr meydâna getireceğini bilse ve bunu gálib bir zan ile tahmîn etse, yine bunu yapması câizdir.

Şu şekilde bir hareket,

وَلاَتُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ ‘Can ve malınızla Elláh yolunda cihâd etmemek súretiyle kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın’{cke_protected_1}[6]{cke_protected_2} âyetiyle nehyedilen ‘nefsini tehlikeye atmak olarak ta‘bîr edilemez. Çünkü, bu âyetteki tehlikenin ma‘nâsı, ekser müfessirlerin tefsîr ettiği üzere, malının başında durup onu ıslâh etmeye çalışıp cihâdı terk etmek demektir. Tirmizî’nin Eslem Ebû Imrân’dan rivâyet ettiği ve Konstantiniyye gazvesinden hikâyeten naklettiği şu rivâyete binâen ki; Müslümânlardan bir adam,Rûmların safına hücûm etti ve nihâyetinde onların arasına girip insânlara bağırdı. Bunu gören ba‘zı kimseler dediler ki: ‘Sübhânelláh! Bu adam kendi eli ile kendisini tehlikeye atıyor.’ Bunun üzerine Ebû Eyyûb el-Ensárî ayağa kalkıp dedi ki: ‘Ey insânlar! Sizler bu âyet-i kerîmeyi bu şekilde te’vîl ediyorsunuz. Hâlbuki, bu âyet-i kerîme, biz Ensár topluluğu hakkında nâzil oldu. Elláhu Teálâ İslâm’ı azîz edip İslâm’ın yardımcılarını çoğalttığında, bizden ba‘zıları ba‘zılarına, Resûlulláh’a bildirmeden gizlice dediler ki: ‘Bizim mallarımız záyi‘ oldu. Elláhu Teálâ ise şu ânda İslâm’ı azîz edip yardımcılarını çoğaltmıştır. Keşke biraz mallarımızın başında dursak ve záyi‘ olan mallarımızı ıslâh etsek.’ Bunun üzerine Elláhu Teálâ bizim sözlerimizi reddederek Peygamberine şu âyet-i kerîmeyi indirdi: 

وَاَنْفِقُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلاَتُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ ‘Can ve malınızla Elláh yolunda cihâd etmemek súretiyle kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.’[7]

Demek, asıl tehlike, malların başında durup onun ıslâhına çalışmamız ve cihâdı terk etmemizdir.

Râzî, Şâfií’den rivâyeten nakletti ki: “Resûlulláh (asm) Cennet’i anlattı. Bunun üzerine adamın birisi ona dedi ki; ‘Eğer ben Elláh yolunda öldürülsem, benim makámım nerede olur bana haber ver.’ Resûlulláh (asm), ‘Cennet’te olursun’ dedi. Bunun üzerine adam elindeki hurmaları atıp öldürülünceye kadar harb etti.

Kezâlik, İbn-i Arabî de şöyle demiştir: “Benim ındimde sahîh olan; bir kişinin, öldürüleceğini kesin olarak bildiği hâlde düşmân ordusunun üstüne tek başına hücûm etmesinin cevâzıdır. Çünkü, bunda dört cihet vardır:

Birincisi: Şehâdet talebi.

İkincisi: Kâfire zararın vücûdu.

Üçüncüsü: Müslümânları kâfirler üzerine cesâretlendirmek.

Dördüncüsü: Düşmânın zaífliğini göstermek. Çünkü, onlar şöyle düşünürler; ‘Eğer Müslümânlardan sâdece bir kişinin yaptığı böyle olursa, ya bütün mü’minler hücûm etse hâlimiz nice olur?’ 

Hanefîler şöyle tasrîh etmişlerdir ki: “Eğer bir Müslümân bilse ki, harb ettiğinde katledilecek, harb etmezse de esîr edilecek. O vakit , ona harb etmek lâzım değildir. Lâkin, eğer öldürülünceye kadar harb etse, onlara zarar vermek şartı ile bu câizdir. Ammâ, bilse ki onlara bir zarar veremeyecek; o vakit onların üzerine hücûm etmesi helâl değildir. Çünkü, onun bu hücûmu, dîni azîz edip kuvvetlendirmek cihetinde hîç bir şeyi netîce vermemektedir.{cke_protected_3}[8] 

İmâm Kurtubî,

وَلاَتُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ Can ve malınızla Elláh yolunda cihâd etmemek súretiyle kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın{cke_protected_4}[9]{cke_protected_5} âyetinin tefsîrinde der ki: 

Álimler, bir kimsenin savaşta tek başıyla kendisini düşmânın içine atması ve onlara hücûm etmesinin hükmü husúsunda ihtilâf ettiler: 

Bizim álimlerimizden (Mâlikî ulemâsından) Kásım b. Muhaymere, Kásım b. Muhammed ve Abdülmelîk derler ki: ‘Bir kimsenin gücü varsa ve niyyeti de Elláh için ise, tek başıyla büyük bir orduya hücûm etmesinde bir zarar yoktur. 

Başka bir kavle göre; eğer o kimse Elláh yolunda şehîd olmayı taleb edip niyyeti de hális ise, bunda bir zarar yoktur. Çünkü, Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ى نَفْسَهُ ابْتِغَآءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ İnsânlardan ba‘zıları vardır ki, Elláhu Teálâ’nın rızásını taleb için nefsini satar, (kendisini fedâ eder).{cke_protected_6}[10] 

İbn Huveyzmendâd der ki: ‘Şâyet bir adam, yüz kişiye veyâ bir fırka askere veyâ muhâriblerden bir cemâata hücûm ederse, bunun iki hâleti vardır: 

 ‘1) Eğer bilse veyâ zann-ı gálib ile anlasa ki, o hücûm ettiği kişileri öldürür ve kurtulur. Bu güzeldir. 

 ‘2) Eğer öldürüleceğini bilse veyâ zannetse, bununla berâber bu hâliyle Müslümânlara fayda verir bir te’sîr meydâna getirir veyâ düşmânları kahreder bir vaz‘ıyyet alırsa, onun bu fiili câizdir. 

Bu konu ile alâkalı bir kaç misâl: 

Birincisi: Müslümânlar, Fars ordusuyla karşılaşınca Müslümânların atları onların fillerinden kaçtılar. Müslümânlardan biri, çamurdan bir fil yaptı ve atını o yaptığı fil ile fillere alıştırdı. Sabah olunca ata binip karşıdan gelen fillere hücûm etti ve artık atı o fillerden kaçmadı. Müslümânlar dediler ki: ‘Onlar seni kesin olarak öldüreceklerdir.’ Adam dedi ki: ‘Müslümânlar için bir fetih olsun da, benim ölümüm mühim değil. 

İkincisi: Yemâme savaşında Benû Hanîfe, bir bahçenin sûruna sığındılar. Müslümânlar o sûru aşamayınca onlardan biri: ‘Beni bir kalkana koyup onların içlerine atınız’ dedi. Müslümânlar bunu yaptılar. O tek başına savaştı ve sûrun kapısını Müslümânlara açtı. 

Üçüncüsü: Rivâyet edilir ki; adamın biri, ‘Yâ Resûlelláh! Ben Elláh yolunda sabrederek ve mükâfâtımı da Elláh’dan isteyerek savaşırsam, durumum ne olur?’ diye sordu. Peygamberimiz (asm), ‘Cennet’te olursun’ buyurdu. Bunun üzerine adam tek başına düşmânın içine daldı ve öldürüldü. 

Muhammed b. Hasan der ki: ‘Şâyet bir kişi, bin müşrikin üzerine hücûm etse, bunda bir beis yoktur. Eğer kendisinin kurtulmasını veyâ düşmâna bir zarar vereceğini ümîd ederse câizdir. Eğer böyle bir ümîd yoksa, bu mekrûhtur. Zîrâ, bu takdîrde, Müslümânlara bir menfaat olmaksızın nefsini yok yere fedâ etmiştir. Eğer bu hücûmu yaparken gáyesi, Müslümânlar da onun gibi yapsınlar diye Müslümânları cesâretlendirmek ise, bu da câizdir. Çünkü, bunda Müslümânlar için menfaat vardır. Eğer bunu yaparken gáyesi, düşmânları kaçırmak ve Müslümânların dîndeki salâbetini göstermek için ise, bu da câizdir. Eğer bu yaptığı işte Müslümânların bir menfaatı varsa ve nefsini Elláh’ın dînini azîz ve kâfirleri zelîl kılmak için fedâ etmişse; bu, öyle şerefli bir makámdır ki, Elláh bu makámı elde eden mü’minleri gelecek âyetinde medhetmiştir: 

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْرٰيةِ وَاْلاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ى بَايَعْتُمْ بِه۪ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 “ ‘Şübhe yok ki, Elláh (cc), Cennet mukábilinde mü’minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Çünkü, onlar, Elláhu Teálâ yolunda (Kur’ân’ın hâkimiyyeti için) cihâd ederler. Hem dîn düşmânlarını öldürürler. Hem de Elláh yolunda öldürülürler. Onların Kur’ân’ın hâkimiyyeti için canları ve malları ile cihâd etmeleri ve bunun mukábilinde Cennet’e konulmaları hakkındaki va‘d-i İlâhî, Tevrât’ta, İncîl’de ve Kur’ân’da mezkûrdur. Bu, semâvî kitâblarda tesbît edilmiş hak olan bir va‘d-i İlâhî’dir. Ahdini Elláhu Teálâ’dan ziyâde îfâ eder kim vardır? Elbette hîç bir kimse, Cenâb-ı Hak’tan ziyâde ahdini îfâya kádir olamaz. Artık, ey mü’minler! Cenâb-ı Hak ile yapmış olduğunuz o alış verişten (cihâd sebebiyle nefis ve malınızı Elláh’a satmanız mukábilinde Cennet’i satın almış olduğunuzdan) dolayı size müjdeler olsun. Siz, bu tebşîr-i İlâhî’den dolayı sevinin. İşte, bu, en büyük saádettir.’ [11] 

Aynen bunun gibi, emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehy-i ani’l-münker vazífesini yaparken; eğer dîne bir menfaatı olacağını umarak bunu yapsa ve öldürülse; nefsini o yolda fedâ etmiş olduğundan şehîdlerin en yüksek derecesine çıkmış olur.{cke_protected_7}[12] 

Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dînî Kur’ân Dili” adlı tefsîrinde,

وَلاَتُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ Can ve malınızla Elláh yolunda cihâd etmemek súretiyle kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın{cke_protected_8}[13]{cke_protected_9} âyet-i kerîmesinin açıklamasında şöyle der:

“İmâm Muhammed, ‘Siyer-i Kebîr’inde der ki:

 ‘Tek başına bir adam, bin kişiye hücûm edecek olsa, eğer kurtulma veyâ düşmânı kırma ve te’sîr etme ümîdi varsa, sakınca yoktur. Kurtulma veyâ düşmânı kırma ümîdi yoksa, mekrûhtur. Çünkü, Müslümânlara bir faydası olmaksızın kendini ölüme atmış olur. Bunu yapacak olan kimse, ya kurtulmak veyâ Müslümânlara bir faydası bulunmak ümîdi olursa yapmalıdır. Kurtulma ve düşmânı kırma ümîdi olmadığı hâlde diğer Müslümânlara cesâret versin ve böylece düşmânı tepelesinler diye misâl gösterilecek bir örnek olmak üzere yaparsa, sakınca yoktur.

“ ‘Dîne veyâ mü’minlere hîç bir menfaati olmaksızın kendini öldürmek uygun değildir. Fakat, kendini öldürmede dîne áid bir menfaat varsa; o zamân da bunu yapmak, pek şerefli bir makám olur ki, Cenâb-ı Elláh, Resûlulláh’ın ashâbını bununla övmüştür: ‘Şübhe yok ki Elláh (cc), Cennet mukábilinde mü’minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Çünkü, onlar, Elláhu Teálâ yolunda (Kur’ân’ın hâkimiyyeti için) cihâd ederler. Hem dîn düşmânlarını öldürürler. Hem de Elláh yolunda öldürülürler.{cke_protected_10}[14]{cke_protected_11} ”{cke_protected_12}[15]{cke_protected_13}

el-Mevsûátu’l-Fıkhiyye” kitâbında, “Tefsîru’l-Kurtubî”den naklettiğimiz Muhammed bin Hasen’in mezkûr sözleri kısmen nakledildikten sonra, şöyle bir hâşiye düşülmüştür:

Kişinin, öldürüleceğini bildiği hâlde bombaları giyip düşmân tanklarına zarar vermek için kendini o tankların önüne atması da bu hâlete benzemektedir.[16]

Şâfií Fıkhında ise bu mes’ele şöyle îzáh edilmiştir:

İmâm Nevevî, “Minhâc” adlı eserinde şöyle demiştir:

Mübâreze, ya‘nî harblerde bir kâfir ile bir mü’minin karşı karşıya gelerek bire bir savaşmaları câizdir. Eğer bunu kâfir taleb etse, Müslümânlardan kendi nefsini daha önceden tecrübe etmiş ve kendi kuvvet ve cür’etini bilen bir kişinin imâmın izniyle ona karşı çıkması sünnettir.[17]

İbn-i Hacer-i Heytemî ise bu sözün şerhinde der ki:

Bu kişinin, imâmın izni olmadan da bunu yapması câizdir. Çünkü, kişinin cihâdda kendi nefsini fedâ etmesi câizdir.[18]

İmâm Remlî de bu husústa İbn-i Hacer-i Heytemî gibi demiştir.19]

Kezâ, Şâfií fıkhına áid “el-Mecmû‘” adlı eserde de, cihâdda kişinin kendi nefsini tehlikeye atıp fedâ etmesinin câiz olduğu beyân edilmiştir.[20]

Fukahânın bu kavilleri gösteriyor ki; ba‘zı şartlar dâhılinde cihâdda nefsini rızá-yı Bârî ve i‘lâ-yi kelimetulláh için ve ümmet-i Muhammediyyenin selâmeti için fedâ etmek câizdir ve bu, bir nev‘í şehâdettir. Böyle bir hareket, Elláh ve Resûlü’nün medhine mazhar olan bir fedâíliktir. Her ne kadar ba‘zılarınca ona intihâr denilse de, şerîata göre intihâr değil, belki şehâdettir.

Suâl: Bu îzáhâttan anlaşılıyor ki, rızásıyla kendini fedâ eden bir mücâhidin bu hareketi kendi hakkında bir fedâíliktir. Fakat, ba‘zan bu fedâílik netîcesinde kadınlar ve çocuklar da ölüyorlar. Hattâ, ba‘zan Müslümânlar dahi bu gibi eylemlerin netîcesinde zarar görüyorlar. Harblerde kadınların ve çocukların öldürülmesi harâm değil midir?

Elcevâb: Bu mes’ele bir kaç maddede hulâsa edilebilir: 

Birincisi: Fukahâ-i İslâm’ın ittifâkıyla, cihâdda kadınları, çocukları, delileri ve hünsâ müşkil olanları kasden hedef ederek öldürmek câiz değildir.{cke_protected_14}[21] 

Nitekim, Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:

لاتقتلوا شيخا فانيا، ولاطفلا، ولا امراة “ (Savaşa iştirâk etmemek şartıyla) pîr-i fânî olmuş yaşlıları, çocukları ve kadınları katletmeyiniz.[22] 

Başka bir hadîs-i şerifte, İbn-i Ömer (ra)’dan mervî olarak şöyle buyurulmuştur: 

أَنَّ امْرَأَةً وُجِدَتْ فى بَعْضِ مَغَازِى رَسُولِ اللهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَقْتُولَةً ، فَنَهى عَنْ قَتْلِ النِّسَآءِ وَالصّبْيَانِ

Peygamber Efendimiz (asm)’ın katıldığı harblerin birinde bir kadın ölü olarak bulundu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm) kadınları ve çocukları öldürmeyi nehyetti.{cke_protected_15}[23] 

İkincisi: Cihâdda kâfirlerin kadın ve çocuklarının öldürülmesi, esîr edildikten sonra harâmdır. 

Üçüncüsü: Cumhûr-i fukahâya göre, savaşa iştirâk eden veyâ savaş için re’ylerini belli edip fitne çıkaran râhib, şeyh-i fânî, kadın, kör ve sakat olanların öldürülmesi câizdir. Nitekim, İbn-i Abbâs (ra) şöyle diyor: 

Hendek günü Peygamber Efendimiz (asm) öldürülmüş bir kadının yanından geçti. ‘Bu kadını kim öldürdü?’ dedi. Bunun üzerine zâtın biri, ‘Ben öldürdüm yâ Resûlelláh!’ dedi. Resûlulláh (sav), ‘Niçin katlettin?’ deyince, adam, ‘Kılıcım havâda iken benimle mücâdele etti’ dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm) sükût ettiler.{cke_protected_16}[24] 

Yine: “Benî Kureyzá’dan Benâne isminde bir kadın, Hallâd bin Suveyd (ra)’ın üzerine yüksek bir yerden bir taş atıp öldürmüştü. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm), Benî Kureyzá kabîlesini kılıçtan geçirdiğinde, bu kadını da onlarla birlikte öldürttü.[25] 

Savaşa katılan yaşlı, kadın, çocuk ve râhibleri öldürmenin câiz olduğu husúsunda fıkıh kitâblarında şu ibâre mevcûddur: 

Harbe iştirâk eden yaşlıları, kadınları, çocukları ve râhibleri öldürmek câizdir.{cke_protected_17}[26] 

Şâfií mezhebinin ezher kavline göre ise: “Savaşlarda râhibin, şeyh-i fânînin, körlerin ve sakat olanların bunlar savaşa iştirâk etmeseler ve savaş için re’ylerini belli etmeseler bile öldürülmesi câizdir.[27] 

Dördüncüsü: Müslümânım” dediği hâlde, harblerde bilerek ve isteyerek bi’l-fiil kâfirlere yardım eden veyâ onları destekleyen kimseler, şerîat nazarında muhârib sayılırlar. Bu sebeble, diğer kâfirlerle berâber onlar da öldürülürler. 

Beşincisi: Harb esnâsında kâfirlerle karşı karşıya gelindiği zamân kâfirler; yaşlı, kadın, çocuk ve Müslümânların arkasına sığındıkları takdîrde, eğer o kâfirleri öldürmek için başka bir yol yoksa ve onlar öldürülmediği takdîrde Müslümânların dağılma ihtimâli varsa, o zamân onları öldürmek eimme-i selâseye (Şâfií, Hanbelî ve Mâlikî mezheblerine) göre câizdir. Hanefî mezhebine ve Şâfií mezhebinin diğer bir kavline göre ise; her hâl ü kârda kayıtsız şartsız siper edinilen mezkûr táifeleri öldürmek câizdir. Bu konu ile alâkalı mezheb imâmlarının görüşlerini naklediyoruz: 

Hanefîler şöyle derler: 

Şâyet kendileriyle savaşılan kâfirler içinde Müslümân esîr veyâ tâcir varsa veyâhúd onlar, Müslümân olan esîrleriyle ve kendi çocuklarıyla korunsalar (onların arkalarına sığınsalar) dahi yine gerek ok ve gerek mancınıkla onlara bir şeyler atmak ve onları öldürmek câizdir. Bu durumda, Müslümânların hezîmete uğrama korkusu olsun veyâ olmasın, alâ küllî hâl bunlara karşı ok veyâ mancınıkla bir şeyler atılır. 

Bu durumda Müslümânlardan birisi ölürse, ne diyeti, ne de keffâreti vardır. Fakat, eimme-i selâseye göre, kâfirler, Müslümânların arkasına sığınsalar, eğer o kâfirleri öldürmek için başka bir yol yoksa ve onlar bu şekilde iken onlara karşı savaşmak mümkün olmazsa ve Müslümânların dağılma ihtimâli varsa, o zamân onlarla savaşılır.{cke_protected_18}[28] 

Şâfiíler şöyle derler: 

Eğer savaş kızışsa, kâfirler kadınlar ve çocuklarını siper edip arkalarına sığınsalar, zarûretten dolayı onlara ok ve silâh atmak câizdir. Eğer kâfirler bu çocuklar ve kadınlarla korunmak isteseler ve onlarla savaşmamız için bir zarûret de yoksa, bu durumda onlara karşı savaş terk edilir. 

Bu görüş, ‘Muharrer’ sáhibinin tercîhidir. İkinci görüşe göre; bu atılan oklar ve mancınıklar çocuklara isábet etsin etmesin, zarûret olsun olmasın câizdir. Zîrâ, bu şekil yapıldığı takdîrde Müslümânlar onlarla savaşmasalar, kâfirler devâmlı bu hîleye başvurup savaşın ta‘tíline sebeb olurlar. Savaşın ta‘tíli ise câiz değildir. ‘Ravda’nın görüşü budur. Bu ikinci görüş daha kuvvetlidir.{cke_protected_19}[29] 

Mâlikîler şöyle derler: 

Eğer kâfirler, çocukların ve kadınların arkalarına sığınıp korunsalar; Müslümânlara zarar gelmesinden korkulmuyorsa, bu durumda onlarla savaşılmaz. Şâyet Müslümânlara zarar gelmesinden korkuluyorsa, onlarla hem ateş, hem de su ile savaşılabilir. 

Eğer kâfirler, Müslümânları siper edinip korunsalar, onlarla savaşılır. Ancak savaşırken gáye, Müslümânları öldürmek olmayacaktır. Şâyet savaşan Müslümânların ekserîsine zarar gelmesinden korkulmuyorsa, bu hüküm böyledir. Eğer savaşta Müslümânların arkasına sığınan kâfirlerle savaşılmadığı takdîrde Müslümânların ekserîsine zarar gelmesinden korkuluyorsa; savaşan Müslümân, ister sırf kâfirleri kasd ederek savaşsın, ister hem kâfirleri hem de onlara siper olan Müslümânları berâber kasd ederek savaşsın, her iki hâlde de kâfirlerle savaşmak câizdir.{cke_protected_20}[30] 

Hanbelîlerin görüşü şöyledir: 

Savaşta kadınlar, çocuklar, deliler öldürülmez. Eğer kâfirler, çocukların ve kadınların arkalarına sığınıp onlarla korunsalar, onlara ok vb. şeyler atmak câizdir. Fakat, atan adam, kâfirleri kasd ederek atar. Eğer kâfirler, Müslümânların arkasına sığınıp bununla kendilerini korusalar, onlara ok vb. şeyler atmak câiz değildir. Çünkü, bu, Müslümânların ölümüne sebebdir. Eğer kâfirlerle savaşmak başka şekilde mümkün olmuyorsa; bu durumda dahi (Müslümânların arkasına sığınsalar dahi) zarûretten dolayı onlara bir şeyler atmak câizdir. Lâkin, atarken kâfirleri kasd ederek atar.{cke_protected_21}[31] 

Altıncısı: Kâfirleri şehirlerinde muhâsara etmek, onların üzerine su bırakmak, ateş atmak veyâ mancınıkla bir şeyler atmak, evlerini yıkmak, sularını kesip onları susuz bırakmak, yılan ve akrepleri onların üzerine salıvermek câizdir. Bu durumda, kâfirlerin arasında kadınlar ve çocuklar bulunsa ve onlar da kâfirler gibi zarar görseler bile böyle bir durumda câizdir. Bu konuda mezheb imâmlarının görüşlerini naklediyoruz: 

Hanefî fıkhında şu ibâre mevcûddur: 

İslâm mücâhidleri, önce kâfirleri İslâmiyyete da‘vet ederler. Eğer kabul etmeseler, Elláh’dan yardım dileyerek savaşa başlarlar, onlara karşı mancınıkları dikerler. Eğer başka şekilde onları yakalamak ve vurmak imkânı yoksa, onları yakarlar, onların üzerine sel bırakırlar, ağaçlarını keserler, ekinlerini bozarlar. Zîrâ, bütün bunlarda onları kızdırmak, onların şevketlerini kırmak ve onların cemâat ve birliklerini dağıtmak vardır.{cke_protected_22}[32] 

Şâfiíler şöyle derler: 

İmâm Nevevî, “Minhâc”da “Kitâbü’s-Siyer”de şöyle demiştir:

Küffârı beldelerde ve kalelerde muhâsara etmek (onlara ambargo uygulamak) ve üzerlerine su göndermek ve ateş atmak ve mancınık fırlatmak ve onlar gaflette iken geceleyin ansızın üzerlerine hücûm etmek, eğer içlerinde esîr veyâhúd tâcir bir Müslümân dahi olsa câizdir. Mezhebin hükmü bunun üzerinedir.[33]

Muğni’l Muhtâc”da Nevevî’nin bu cümlesi şerh edilirken şöyle denilmektedir.

Burada, küffârın evlerinin yıkılması, sularının kesilmesi, yılan ve akreblerin üzerlerine atılması da bu ma‘nâya dâhıldir. Velev onların arasında kadınlar ve çocuklar da olsa,

 وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ ya‘nî, ‘O müşrikleri yakalayın ve muhâsara edin’ {cke_protected_23}[34]{cke_protected_24} âyet-i kerîmesine binâen bu câizdir.

Hem Buhárî ve Müslim’de geçen, ‘Resûl-i Ekrem (asm) Táif âhâlîsini muhâsara etti hadîsi ile Beyhekí’nin rivâyet ettiği, ‘Onların üzerine mancınık attı hadîsi de buna delîldir. Bu ma‘nâda olan bütün ihlâk sebebleri, ya‘nî düşmânı umûmen helâk edecek olan vâsıtalar dahi buna kıyâs edilmiştir.

Tenbîh: İmâm Nevevî’nin bu sözünün muktezásı, onların içinde kadın ve çocuklar dahi olsa ve bu ihlâk, onlara da isábet edecek olsa dahi bunun câiz olduğudur. Çünkü, kadın ve çocukların katlinden nehyedilmesi, onların esîr edildikten sonra katledilmelerinin yasak olması ma‘nâsına mahmûldür. Çünkü, esîr edildikten sonra onlar ganîmettirler.{cke_protected_25}[35]

Yine “Muğni’l-Muhtâc” adlı eserde şöyle denilmiştir:

Onlar gaflette iken geceleyin ansızın üzerlerine hücûm etmenin câiz olduğunun delîli, Buhárî ve Müslim’de geçen şu hadîstir ki: Resûl-i Ekrem (asm) Benî Mustalak üzerine geceleyin ansızın hücûm etti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm)’dan müşrikler hakkında suâl edildi ki: ‘Onlar geceleyin uyuyorlarken hücûm ettiniz. Onların içinde bulunan kadınlar ve çocuklara da zarar dokundu?’ Resûl-i Ekrem (asm) buyurdular ki: ‘O kadınlar ve çocuklar da onlardandır.’ [36] 

Mâlikîler şöyle derler: 

Kâfirler, üç gün İslâmiyyete da‘vet edilirler. Kabûl etmeseler, cizye vermeye da‘vet edilirler. Bunu da kabûl etmeseler, onlara karşı harb i‘lân edilir. Onlarla çeşitli şekillerde harb yapılır. Onların sularını kesip susuzluktan öldürmekle, üzerlerine su bırakıp gark etmekle, kılıçla, mancınıkla bir şeyler atmakla onlar katledilir. Bu durumda kâfirlerin içinde çocuk ve kadınlar olsun veyâ olmasın değişen bir şey yoktur. Eğer onların içinde Müslümân yoksa ve başka çeşit onları öldürmek de mümkün olmuyorsa, ateşle yakmak da câizdir.{cke_protected_26}[37] 

Hanbelîler şöyle derler: 

Kâfirlere geceleyin hücûm edip onları ansızın yakalamak ve öldürmek câizdir. Şâyet bu gece savaşında öldürülmesi câiz olmayan kadın, çocuk ve yaşlılar da öldürülse, yine bu câizdir. Zîrâ, bu savaştan gáye, kadın, çocuk ve yaşlıların bi’l-fiil öldürülmesi değildir. Ancak, dolayısıyla onlar da arada giderlerse bir beis yoktur. 

Onlara mancınıklarla ok vb. bir şeyler atmak, sularını kesip onları susuzluktan öldürmek, onların yollarını kesip muhâsara altına almak -bu arada öldürülmesi câiz olmayan kadın, çocuk ve yaşlılar öldürülse bile- bu câizdir. Eğer ihtiyâc olursa, onların ekinlerini ve ağaçlarını hem kesmek, hem de yakmak câizdir. Eğer onlar, bizim ekinlerimizi veyâ ağaçlarımızı kesip yakmışlarsa, bizim onların ağaçlarını kesmeye ve yakmaya ihtiyâcımız olmasa dahi onları kesip yakabiliriz. Kâfirlerin üzerlerine ateşleri, yılanları ve akrepleri atmak, onların üzerine kuytu yerlerde duman veyâ suyu bırakmak súretiyle onları boğup öldürmek de câizdir. Kalelerini ve evlerini üzerlerine yıkıp onları öldürmek câizdir. Onları yakmaktan başka şekilde öldürmek mümkün olduğu takdîrde, onları yakmak câiz değildir.{cke_protected_27}[38] 

Hulâsa: Savaşlarda kadın ve çocukların öldürülmesi ile alâkalı mezkûr fıkhî hükümleri şöylece özetleyebiliriz: 

1) Bi’l-fiil savaşa katılmayan veyâ savaşa teşvîk etmeyen kadın ve çocukları kasden ve bi’z-zât hedef alarak öldürmek câiz değildir. Ya‘nî, savaştan gáye, kadın ve çocukları hedef almak değil, muhâribleri hedef almak olmalıdır. 

2) Cumhûr-i fukahâya göre; Müslümânlarla savaşan veyâ savaş için re’yini belli eden râhib, şeyh-i fânî, kadın, kör ve sakatları öldürmek câizdir. 

3) Esîr edildikten sonra kadın ve çocukları öldürmek câiz değildir. 

4) Müslümânım dediği hâlde harblerde bilerek ve isteyerek bi’l-fiil kâfirlere yardım eden veyâ onları destekleyen kimseler, şerîat nazarında muhârib sayılırlar. Bu sebeble diğer kâfirlerle berâber onlar da öldürülürler. 

5) Harb esnâsında kâfirlerle karşı karşıya gelindiği zamân kâfirler, yaşlı, kadın, çocuk ve Müslümânların arkasına sığındıkları takdîrde; Şâfií, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerine göre, eğer o kâfirleri öldürmek için başka bir yol yoksa ve onlar öldürülmediği takdîrde Müslümânların dağılma ihtimâli varsa, o zamân onları öldürmek câizdir. Hanefî mezhebine ve Şâfií Mezhebinin diğer bir kavline göre ise; kayıtsız şartsız, siper edinilen mezkûr táifeleri öldürmek câizdir. 

6) Kâfirleri şehirlerinde muhâsara etmek, onların üzerine su bırakmak, ateş atmak ve mancınıkla onlara bir şeyler atmak, evlerini yıkmak, sularını kesip onları susuz bırakmak, yılan ve akrepleri onların üzerine salıvermek câizdir. Bu durumda kâfirlerin arasında kadınlar ve çocuklar bulunsa ve bu durumda onlar da kâfirler gibi zarar görseler bile bu durum câizdir. Ya‘nî, bi’z-zât kadın ve çocukları hedef almamak şartıyla, kâfirlerin umûmî helâkine sebeb olabilecek silâhların Müslümânlar tarafından kullanılması câizdir.

Suâl: Mâdem düşmânı helâk ederken Müslümânlar zarar görse ve ölseler dahi bu câizdir. O hâlde, Üstâd Bedîuzzamân’ın eserlerinin pek çok yerinde adâlet-i mahzáyı anlatırken dediği; ‘Bir ma‘súmun hakkı, bütün halk için dahi ibtál edilmez. Bir ferd dahi, umûmun selâmeti için fedâ edilmez. Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtál edilmez. Bir cemâatin selâmeti için, bir ferdin rızásı bulunmadan, hayâtı ve hakkı fedâ edilmez[39] sözünün ma‘nâsı nedir?

Elcevâb: Üstâd Hazretleri, bu ifâdelerinde, adâlet-i mahzá ve adâlet-i hakíkıyyeyi îzáh etmektedir. Bu adâlet, Kur’ân’ın kánûn-i esâsîsidir. Fakat, ba‘zı zarûret durumlarında adâlet-i izáfiyye ve adâlet-i nisbiyyeye gitmek câizdir ki, cihâd esnâsında bu zarûret çok def‘a vukú‘ bulmaktadır. Nitekim, Üstâd Hazretleri, “On Beşinci Mektûb”da Cemel Vâk‘ası’nın esbâbını beyân ederken, bu iki nev‘í adâleti îzáh etmiş ve şöyle demiştir:

Adâlet-i izáfiyye ise, küllün selâmeti için cüz’ü fedâ eder. Cemâat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenü’ş-şer diye bir nev‘í adâlet-i izáfiyyeyi yapmaya çalışır. Fakat, adâlet-i mahzá kábil-i tatbîk ise, adâlet-i izáfiyyeye gidilmez. Gidilse zulümdür.[40]

Üstâd’ın bu ifâdesinin mefhûm-i muhálifi şudur ki: Eğer adâlet-i mahzá kábil-i tatbîk değilse, adâlet-i izáfiyyeye gidilebilir. Ümmetin selâmeti için o vakit ferd fedâ edilebilir. Zâten fukahânın da demek istediği budur. Eğer düşmânın helâki sırasında illâ ba‘zı Müslümânlar zarar görecek ise ve bundan kurtulma imkânı yok ise, o vakit adâlet-i izáfiyyeye gidilebilir.

Üstâd’ın bu sözlerinden, adâlet-i izáfiyyenin hîç bir súrette İslâmiyyette olmadığı ma‘nâsını anlamak yanlıştır. Çünkü, fukahâ-yı İslâm, yukarıda da zikrettiğimiz gibi; adâlet-i izáfiyyenin şerîatta var olduğunu Kur’ân ve hadîsden istihrâc etmiş ve Üstâd Hazretleri de adâlet-i izáfiyyenin dahi bir nev‘í adâlet-i şer‘ıyye olduğunu “On Beşinci Mektûb”da ifâde buyurmuştur. Elbette başta Hazret-i Áişe (ra) olmak üzere pek çok sahâbînin adâlet-i izáfiyyeyi tatbîk etmek husúsundaki ictihâdları, onun şerîatta var olan bir adâlet olduğunu isbât eder. Cemel Vâk‘ası’nda, “Adâlet-i mahzáyı tatbîk edeceğim” diyen İmâm-ı Ali’ye karşı, adâlet-i izáfiyyeyi tatbîk etmesi gerektiğini müdâfaa eden Hazret-i Áişe (ra) ve diğer ulemâ-yı sahâbenin ictihâdında hatálı olduğu cihet, adâlet-i izáfiyyenin şerîatta yeri olmadığından değil; belki adâlet-i izáfiyyenin şartlarının tahakkuk etmediğindendir. Ya‘nî, İmâm-ı Ali (kv), “Şu ânda adâlet-i mahzáyı tatbîk etmek kábildir diyordu. Hazret-i Áişe (ra) ve onun tarafdârı olan sahâbîler ise, “Şu ânda adâlet-i mahzáyı tatbîk etmek kábil değildir diyorlardı. Hazret-i Áişe (ra) ve tarafdârları bu ictihâdlarında hatá yapmışlardı. Yoksa -hâşa- şerîatta olmayan bir mes’eleyi onların da‘vâ etmeleri, elbette mümkün değildir.

Harblerde, husúsan Müslümânların za‘fa düştükleri şu zamândaki harblerde, her vakit adâlet-i mahzáyı tatbîk etmek mümkün değildir. Çok def‘a adâlet-i izáfiyyeyi tatbîk etmek zarûreti hâsıl olmaktadır. İşte, fukahâ-yı İslâm, harblerdeki zarûrete mebnî adâlet-i izáfiyyeye cevâz vermişlerdir.

Yalnız şu nokta hátırdan çıkarılmamalıdır ki; burada zikrettiğimiz “adâlet-i izáfiyye”den murâd, “düşmânın helâki sırasında Müslümânların ölmeleriyle” alâkalıdır. Kâfirlerin kadın ve çocuklarının esîr edilmeden evvel, harb sırasında savaşın zarûreti olarak ve onları hedef almadan bi’z-zât öldürülmesi “adâlet-i mahzá” cihetiyle dahi câizdir. Nitekim, zikrettiğimiz fukahânın re’yleri bunu açıkça ifâde etmektedir.

(Kaynak: Reddü'l-Evhâm, s. 531-545)

[1] Mektûbât, 15. Mektûb, 2. Suâlinizin Meâli, s. 54.

[2] Emirdağ Lâhikası, c. 2, s. 99.

[3] Mektûbât, 15. Mektûb, 2. Suâlinizin Meâli, s. 54.

[4] Emirdağ Lâhikası, c. 2, s. 99.

[5] Bakara Sûresi, 2:207.

[6] Bakara Sûresi, 2:195.

[7] Bakara Sûresi, 2:195.

[8] El-Mevsûátu’l-Fıkhiyye, İntihâr bahsi.

[9] Bakara Sûresi, 2:195.

[10] Bakara Sûresi, 2:207.

[11] Tevbe Sûresi, 9:111.

[12] Tefsîr-i Kurtubî.

[13] Bakara Sûresi, 2:195.

[14]{cke_protected_28} Tevbe Sûresi, 9:111.

[15] Hak Dîni Kur’ân Dili.

[16] El-Mevsûátu’l Fıkhiyye, İntihâr bahsi.

[17] Tuhfe, c. 9, s. 245.

[18] Tuhfe, c. 9, s. 245.

[19] El-Mevsûátu’l Fıkhiyye, c. 36, s. 45.

[20] El-Mecmû‘, Kitâbü’s-Siyer.

{cke_protected_29}[21]{cke_protected_30} Mevsûâtü’l-Fıkhiyye, c. 16, s. 148.

{cke_protected_31}[22]{cke_protected_32} Sünen-i Ebû Dâvûd, c. 3, s. 86.

{cke_protected_33}[23]{cke_protected_34} Buhárî, c. 6, s. 148; Müslim, c. 3, s. 1364.

{cke_protected_35}[24]{cke_protected_36} Sünen-i Ebû Dâvûd; El-Mevsûátü’l-Fıkhiyye, c. 16, s. 149.

[25] Müsned-i Ebû Ya’le, c. 3, s. 1591; Usdü’l-Ğábe Fî Ma‘rifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 127.

{cke_protected_37}[26]{cke_protected_38} El-Mevsûâtü’l-Fıkhiyye, c. 16, s. 149.

[27] Muğni’l-Muhtâc, c. 4, s. 295.

{cke_protected_39}[28]{cke_protected_40} Fethu’l-Kadîr, c. 5, s. 447.

[29] Muğni’l-Muhtâc, c. 4, s. 296.

{cke_protected_41}[30]{cke_protected_42} Düsûkí maa Şerhihî, c. 2, s. 178.

{cke_protected_43}[31]{cke_protected_44} Keşşâfü’l-Kina’, c. 2, s. 378.

[32]{cke_protected_45} Fethu’l-Kadîr, c. 5, s. 447.

[33] Minhâc, Kitâbü’s-Siyer.

[34] Tevbe Sûresi, 9:5.

[35] Muğni’l Muhtâc, Kitâbü’s-Siyer, c. 4, s. 296.

[36] Muğni’l-Muhtâc, Kitâbü’s-Siyer, c. 4, s. 296.

[37] Düsûkí maa Şerhihî, c. 2, s. 178.

[38] Keşşâfü’l-Kina’, c. 2, s. 375-377.

[39] Mektûbât, 15. Mektûb, 2. Suâlinizin Meâli, s. 54.

[40] Mektûbât, 15. Mektûb, 2. Suâlinizin Meâli, s. 54.


Kütüphanemiz

Sitemizde bulunan yayınları online ücretsiz okuyabilirsiniz.

KİTAP DUYURULARI

Beklenen kitap Besmele çıktı!

Beklenen kitap Besmele çıktı!

Birinci Söz'ün şerh ve izahı Besmele nasıl bir hazinedir?Bütün Kur'an'ı nasıl içinde tutar?

Camiye, kurs binasına zekât mı?

Camiye, kurs binasına zekât mı?

Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin, yüz yılı aşkın bir zaman önce “Münâzarât” isimli eserinde, öne ...

Kur’ân’la aramıza perde girmiş!

Kur’ân’la aramıza perde girmiş!

“İşârâtü’l-İ‘câz” adlı eserinde Bakara Sûresi’nin 27. âyetini tefsîr eden Bediüzzaman Saîd Nursî Haz ...

;